8 Kasım 2016 Salı

İşte Size Hayvanlar Aleminin En Zehirli Hayvanları

Hepimiz zehirli hayvan deyince hemen aklımıza yılanı getiririz. Oysaki bakın daha zehirli ne hayvanlar var.


























Kutu Denizanası
İlk sırada gelen tehlikeli hayvanlardan birisi olarak bilinir. Şu ana kadar 5567 kişiyi öldürdüğü bilinmektedir. Bu yaratık insan vücuduna yapıştığı zaman salgıladığı toksin sayesinde direkt sinir sistemini çökertip kalbe etki ediyor. 


























Kral Kobra
6 metreye kadar uzayan boyu ile En uzun zehirli yılan olarak bilinir. Tek bir ısırıkla insanı aniden öldürebilir. Hatta bu ısırık büyük asya filini 3 saatte öldürebilir. 



Mermer Yüzeyli Salyangoz
Zehiri oldukça güçlü olan bu hayvanın boyu küçüktür. Genellikle tuzlu sularda yaşayan bu hayvanın bir damla zehiri yirmi kişiyi anında öldürebilir. 


Mavi Halkalı Ahtapot
Boyu normal bir ahtapottan küçüktür. Golf topu büyüklüğünde olan bu hayvan taşıdığı zehir sayesinde dakikada 26 insanı öldürebilir. 


Ölüm Avcısı Akrepler
Akreplerin bir çoğu sanılanın aksine zararsızdır. Ancak bazıları hariç.  Sarı akrep denilen bu akrepler dünyanın en zehirlileri arasındadırlar. İnsanı soktuklarında önce komaya sokar sonrada felç ederler. Sonuda malesef ölüm olur. 


Kaya Balığı
Oldukça çirkin görünümlü olan bu yaratıklar balık türleri arasında en zehirli olanlardandırlar. Yüzeyleri taş görünümündedir ve oldukça ölümcüldürler. 


Brezilyalı Gezgin Örümcek
Bir canlıyı anında öldüren bu örümcek Guinness rekorlar kitabında ilk sırada yer alır. 0.006 gr zehiri bir fareyi anında öldürebilir. 



Zehirli Kara Yılanı
Zehri o kadar kuvetlidir ki bir ısırığı aynı anda yüz insanı yada 25 bin fareyi öldürebilir. Kobra yılanından 200-400 kat arası daha fazla zehirlidir. 


Zehirli Ok Kurbağası
Zehrini vücudunun üst kısmında taşır ve dokunan insanı anında zehirleyebilir. 



Balon Balığı
En tehlikeli ikinci omurgalı hayvan olarak bilinir. Isırdığında felç olan insan 24 saat içinde ölür. 




22 Temmuz 2016 Cuma

Karıncalanma Nedir?

bilgisayar başında saatlerce hiç kıpırdamadan çalıştınız, birden susadınız ve mutfağa gitmek için kalktınız... ya da kalkamadınız çünkü bacağınız karıncalanıp uyuşmuş. Bu durumu yaşamayan yoktur. Kol ya da bacak uzun süre ters pozisyonda tutulunca, uyuşup karıncalanır. Peki, bunun nedeni nedir?
Başlıca neden, çevresel sinirler üstündeki basınçtır. Beyin, kol ve bacaklardaki çok sayıdaki sinirden sürekli mesaj alır. Bu mesajları gönderen sinirler, tür ve kalınlık açısından farklılık gösterirler ve bu yüzden çok hafif derecede de olsa herhangi bir hasara verdikleri yanıt değişir. Mesela, uzun süre bacak bacak üstüne attığımızda, ayağa giren ve dizin iç kısmında yüzeye yakın olan sinir, altta kalan bacak tarafından sıkıştırılır ve bazı liflerin çalışması bir ölçüde aksar. Omurilik hücreleri ve beyin, gelen mesajları hatalı bir bileşimde almaya başlar ve beynimizin bilinçli bölümüne aktardıkları duyumlar düzensizlesin Karıncalanma biçimindeki duyuyu ileten sinirler daha etkili biçimde çalıştıklarından, yalnızca bu sinirlerin ilettiği mesajlar geçerli olur.

Karıncalanma, etkilenen kol ya da bacağı, söz konusu sinir ciddi biçimde hasar almadan daha rahat bir konuma getirmemiz için bizi uyarır. Öte yandan karıncalanma hastalık belirtisi de olabilir. Beyin ve omurilikte sinirlerden gelen mesajları çözümleyen bölgeler hasar aldığında da karıncalanma hissedile-bilir. Ancak böyle ciddi durumlarda karıncalanma süreklidir ve nedene bağlı olmak üzere başka belirtilerle birlikte görülür. Bu özellik, ciddi bir hastalık belirtisi olan karıncalanmayı, herkesin zaman zaman hissettiği zararsız türünden ayırmakta yardımcı olur.

Sinir hastalıklarının çoğu zaman zaman karıncalanmaya neden olabilir. Bunlar sinirlerin iltihabı, zehirli maddeler, şeker hastalığı ya da daha ender olarak bedendeki bir kanserin uzak etkisine bağlıdır. Karıncalanmanın nedeni, hasarın değişik türdeki sinir liflerinin işlevlerini farklı düzeylerde engellemesi sonucu beyinin karmaşık mesajlar almasıdır. Genellikle bu hastalıklar birçok sinire birden zarar verdiğinden karıncalanma iki bacakta ya da kol ve bacakların hepsinde birden olur ve hastanın pozisyon değiştirmesiyle de geçmez.

Kemikler ya da dokular tarafından sıkıştırılan sinir de zarar görebilir. Bu duruma daha çok el bileğinde, median* sinirin kemik ve eklem bağlarından oluşan bir tünelden geçmesi sırasında sıkıştırılması nedeniyle rastlanır. Sonuç, tıpkı gece yarısı ya da örgü gibi bir el işiyle uğraşırken ortaya çıkan karıncalan¬maya benzer. Bu sık görülen duruma, Karpal Tünel Sendromu adı verilir.

Yetersiz kanlanan bir bölgede bulunan sinirin bazı lifleri hafifçe zarar görebilir ve tıpkı baskıya uğradığındaki gibi karıncalanma yapar. Sol kolda karıncalanma kalp krizi sırasında da görülebilir. Kalpten gelen mesajları çözümleyen omurilik bölgesi aşırı uyarılır ve kalpten gelen ağrı mesajları çok şiddetli olduğundan yayılır. Beyin bunu, sanki durum kolu da içine alıyormuş gibi yorumlayıp karıncalanma duygusu yaratır.

Ayrıca dolaşım bozukluklarının da karıncalanmaya neden olduğu unutulmamalıdır. Bir başka karıncalanma nedeni, B12 vitamini eksikliğine bağlı kansızlıktır. Pernisiyöz Anemi adı ve¬rilen bu hastalık, hastaya belirli aralıklarla B12 vitamini verilerek tedavi edilir.

KAYNAK: Hiç Merak Ettiniz mi Mavi. Hazırlayan Ender Haluk DERİNCE. Yakamoz Kitap. İstanbul. S. 21-23


Marduk Gezegeninin Keşfi Ne Anlama Gelir?

Marduk'un keşfedilmesinin yirmi yılı aşkın bir tarihi var¬dır. Keşfin öyküsü, NASA'nın 1983 yılında ikinci bir Güneş sisteminin var olup olmadığını görmek için IRAS isim¬le uyduyu uzaya göndermesiyle başladı.

Aylar sonra IRAS, Güneş sisteminden elli milyar mil uzaklıkta olan devasa bir gezegen keşfetti. Bu şaşırtıcı keşif, 21 Aralık 1983'te Washington Post gazetesinin birinci sayfasına "Gizemli Bir Gök Cismi Keşfedildi" başlığıyla haber oldu.

Marduk'un IRAS uydusu tarafından keşfedilmesinden yedi sene önce Azeri yazar Zekeriya Sitchin, Sümerlilerin binlerce sene önceden kalan tabletlrini okuyarak her 3,600 senede bir Güneş sistemini ziyaret eden Marduk hakkında 12. Gezegen adlı kitabı yayımlamıştı.

Marduk'un keşfedilmesinin yirmi yılı aşkın bir tarihi var¬dır. Keşfin öyküsü, NASA'nın 1983 yılında ikinci bir Güneş sisteminin var olup olmadığını görmek için IRAS isim¬le uyduyu uzaya göndermesiyle başladı.

Aylar sonra IRAS, Güneş sisteminden elli milyar mil uzaklıkta olan devasa bir gezegen keşfetti. Bu şaşırtıcı keşif, 21 Aralık 1983'te Washington Post gazetesinin birinci sayfasına "Gizemli Bir Gök Cismi Keşfedildi" başlığıyla haber oldu.

Marduk'un IRAS uydusu tarafından keşfedilmesinden yedi sene önce Azeri yazar Zekeriya Sitchin, Sümerlilerin binlerce sene önceden kalan tabletlerini okuyarak her 3,600 senede bir Güneş sistemini ziyaret eden Marduk hakkında 12. Gezegen adlı kitabı yayımlamıştı.

Sümer yazıtlarına göre, Marduk'un uydularından biri, binlerce sene önceki bir ziyarette Tiamat adındaki bir başka geze¬gene çarparak bugün Mars ile Jüpiter arasında bulunan Aste-roit Kuşağının oluşmasını sağladı.

Marduk'un dünyadan ilk olarak görülmesi ise 21 Ekim 2003'te Kaliforniya'daki Mount Palomar Gözlemevi'nden 1,22 metre boyundaki Oschin teleskopuyla oldu. Senelerce bu gökcismini gizliden gizliye takip eden Vatikan Astronomi Merkezi, sonunda konuyu ele almak üzere on dokuz ülkenin bilim insanını bir araya getirdi.

Marduk, astronomlar tarafından 2003-UB-13 olarak adlandırıldı. Marduk hakkında yazılmış en ünlü kitabın sahibi Zecharia Sitchin'e göre gezegenin yedi uydusu bulunuyor.

Nam-ı diğer Nibiru ve Eriş hakkında en ünlü ikinci kitabın yazarı ise Andy Lloyd'dur. Lloyd'a göre Güneş'in ölü ikizi olan Kara Yıldız sistemi, Marduk dâhil olmak üzere yedi gezegen içeriyor. Bu gezegenlerden altıncısı altı bin sene önce Sümerlilere hayat veren uzaylı tanrılar olduğu öne sürülen Annuakfnm yaşadığı dünya benzeri bir gezegendir. Kara Yıldız sisteminin son ve yedinci gezegeni Marduk ise, Lloyd'a göre yedi uydusu ve arkasında kuyruk gibi uzanan uzay enkazıyla bir savaş üssü hatta savaş gemisi görevi görüyor.

Her ne kadar bilim adamları henüz üzerinde tam bir görüş birliğine varmamış olsalar da Marduk'un yaklaşmasının dünya üzerinde de ciddi etkilerinin olabileceği belirtiliyor. Bunların başında ise yerküreyi zararlı ışınlardan korumak gibi hayati bir işlevi de olan manyetik alanın etkilenmesi geliyor.
Marduk'un manyetik alan üzerinde ciddi bir sapmaya neden olması neticesinde devasa dalgaların oluşmasından, şid¬detli depremlerin görülmesinden, volkanların faaliyete geçmesinden ve yıkıcı hortum ile fırtınaların ortaya çıkmasından korkuluyor. Bu kadar ciddi sonuçlarının olmasından korkulan bu gökcismini bu kadar yakından takip eden ilk kuşak elbette ki biz değiliz. Mayalar, yarattıkları bir takvimde Marduk'un seyrini ve Güneş Sistemi'ne girişine de yer verdiler.

Söz konusu bu Haab takviminin sona erdiği gün ise Marduk'un gelişini gösteriyordu. Bu takvimin son günü Gregoryan takviminde yani şu an bizim kullandığımız modern takvimde 21 Aralık 2012'ye denk geliyor. Mayalara göre Haab takviminin sonuyla beşinci Güneş Dönemi sona erecek ve in¬sanlık altıncı Güneş Dönemine girecek. Bazı uzmanlar, Haab takviminin sona ermesiyle dünyanın kendi ve Güneş etrafında dönüş süresinin değişeceğini yani bir başka deyişle bir gün ve bir yılın uzunluklarının değişeceğini savunuyor.

KAYNAK: Hiç Merak Ettiniz mi Mavi. Hazırlayan Ender Haluk DERİNCE. Yakamoz Kitap. İstanbul. S. 15-17


21 Temmuz 2016 Perşembe

Doğuştan Görme Özürlüler Rüya Görür mü?

Bütün insanlar rüya görür. Yani doğuştan görme özürlüler de rüya görür. Bildiğimiz gibi görme yeteneğini kaybeden bir insanın zaman içinde diğer duyuları oldukça gelişir, hatta kimi uzmanlar tarafından "süper duyu" olarak adlandırılırlar. Görme özürlü insanlar günlük yaşamda bu duyularla algıladıkları şeyler sayesinde rüyalarında koku, ses, dokunma gibi his¬lerin ağırlıkta olduğu deneyimler yaşarlar. Fakat görme özürlü insanların gördükleri rüyalar "görsel" öğeler içermeyebilir. Bu da onların ne zaman kör olduklarıyla yakından ilintilidir. Eğer bir kimse görme duyusunu beş yaşından önce kaybetmişse (doğuştan görme özürlülük de buna dâhil), bu kişinin rüyala¬rında görsel öğeler bulunmaz. Tabii bu konuda çok az sayıda istisnalara rastlanmıştır.

1928 yılında Hollanda'da yayınlanan bir raporda, görme duyusunu beş yaşından önce kaybetmiş altı ilkokul öğrencisinin rüyalarında çok az da olsa görsel öğeler bulunduğu be¬lirtilmiştir. Ama bir insan doğuştan görme özürlüyse rüyaları kesinlikle görsellik içermez. Görme duyusunu kaybettiğinde beş-yedi yaşları arasında olan bir kişinin rüyalarında görsellik olabilir de, olmayabilir de. Yedi yaşından sonra görme du¬yusunu kaybeden bir insan ise ne kadar uzun süre ve ne ka¬dar çok şey gördüğüyle orantılı olarak rüyasında görüntülere rastlayabilir.

Uykunun REM (hızlı göz hareketi) evresinde görme özürlü insanlarda gözlerin hareketinin ya çok az ya da hiç olmadığını da ekleyelim.

KAYNAK: Hiç Merak Ettiniz mi Mavi. Hazırlayan Ender Haluk DERİNCE. Yakamoz Kitap. İstanbul. S. 13-14